RAM
New member


Hepimiz bir sofranın başında “Bu somon nasıl bu kadar lezzetli olmuş?” diye hayretle kaşığımızı havada asılı tuttuğumuz bir an yaşamışızdır, değil mi? Benim için somon sadece bir balık değil — denizin, sabrın, ateşin ve biraz da insan ruhunun birleşimi. Her defasında pişirirken sanki bir ritüel yapıyormuşum gibi hissederim. İşte o yüzden bu başlıkta sadece “tarif” değil, bir kültürden, bir deneyimden, hatta bir kimlikten bahsedeceğiz.

Somonun hikâyesi, Kuzey’in soğuk nehirlerinden başlar. Alaska’nın buz gibi sularında yumurtlayıp, Pasifik’e açılan o pembe mucizeler… Antik çağlardan beri insanlar somonu sadece bir besin değil, bir bereket simgesi olarak görmüşlerdir. Eski Kelt mitlerinde “Bilgelik Somonu”ndan bahsedilir — kim ki onu yerse, sonsuz bilgiye kavuşur. Japonya’da ise “sake” (somon) aile bağlarını temsil eder; çünkü ne olursa olsun doğduğu yere, köklerine geri döner.
Modern dünyada somon artık bir kültürel ikon. Sağlıklı yaşamın, minimalizmin, hatta “Nordik” estetiğin bir parçası haline geldi. Beyaz tabaklarda narin şekilde yerini alan somon, aslında doğanın insanlığa sunduğu en dengeli paradokslardan biridir: hem güçlü hem zarif, hem basit hem derin.

Bugün somon pişirmek, neredeyse bir sanat. Kimimiz “sous vide” tekniğiyle ılık suyun sabrına teslim ediyoruz onu, kimimiz döküm tavada ateşin öfkesine. Fakat farkında mısınız, hepimiz aslında aynı şeyi arıyoruz: o dengeyi. Dışı kıtır, içi sulu; tuzla tatlı arasında, doğallıkla şıklık arasında bir harmoni…
Bazı erkek forumdaşlarımızın yaklaşımı genelde daha stratejik olur. “Şu sıcaklıkta 7 dakika, sonra 2 dakika dinlendirme” gibi. Onlar için mesele plan, süreç ve kontrol. Kadın forumdaşlarımız ise genellikle “Mis gibi kokusuyla mutfağı doldurmalı, sofraya oturanın kalbine dokunmalı” der. Biri sonucu, diğeri hissi hedefler. Oysa en iyi somon, bu iki dünyanın birleşimidir: hesaplanmış bir sıcaklıkta, duygusal bir dokunuşla pişen somon…

Somonun lezzetini belirleyen üç temel unsur vardır: yağ oranı, pişirme süresi ve marinasyon. Ancak asıl mesele, o üç unsuru nasıl hissettiğinle ilgilidir.
Bilim der ki: Somonun iç sıcaklığı 50–55°C civarına geldiğinde, proteinler denatüre olur, ama yağlar hâlâ kremsidir.
Duygu der ki: Somonu çevirdiğinde çıkan o ilk “cızz” sesi, aslında bir davettir. Ateşle deniz buluşur, insanla doğa arasında görünmez bir köprü kurulur.
Dokunuş der ki: Baharat fazla olursa karakterini öldürür, az olursa kişiliksiz kalır. Yani tıpkı insan ilişkileri gibi: kararında olmalı.

Somon pişirirken fark ettim ki, hayatta da “fazla pişirmek” birçok şeyi bozuyor. İşte o yüzden en güzel somonlar genelde hafif pembe kalır — çünkü hayatta da biraz kırılganlık güzeldir. Bu balık, bize “olgunlaşmak yanmak değildir” mesajını verir.
Erkekler çoğu zaman başarıyı hedeflerken, tıpkı somonu dakik hesaplarla çevirir gibi davranır. Kadınlar ise o anın ruhunu yakalamaya çalışır — sofradaki bir tebessüm, bir koku, bir anı… Oysa belki de en lezzetli sonuç, iki yaklaşımın da el ele verdiği noktadadır.

Kulağa tuhaf gelebilir ama düşünün: akıllı fırınlar, ısı sensörleri, sous vide cihazları… Teknoloji, somonun da doğasına dahil oldu. Artık balığın iç ısısını bir mobil uygulamadan takip ediyoruz. Ama bazen düşünüyorum — acaba o kadar “mükemmel” pişirdiğimizde, o ilkel tutkuyu kaybediyor muyuz?
Belki de somonu bir ölçü aletiyle değil, kalp ritmimizle pişirmeliyiz. Çünkü hiçbir sensör, somonun yüzeyinde oluşan karamelize tabakanın “tam zamanında” olduğunu, insan sezgisi kadar iyi bilemez.

Somonun geleceği, sadece mutfakta değil, gezegenin ekosisteminde de belirleniyor. Aşırı avlanma, çiftlik somonlarının genetik müdahaleleri, iklim değişikliği… Belki de gelecekte somonu soframızda değil, laboratuvarlarda göreceğiz.
Ama burada asıl soru şu: Somonu sadece “yer” miyiz, yoksa onun hikâyesine tanık olur muyuz? Geleceğin yemek kültürü, insanın doğaya yaklaşımıyla şekillenecek. Eğer doğayı dinlersek, somonun da bize öğreteceği çok şey var: akıntıya karşı yüzmek, doğduğu yere dönmek, dönüşümden korkmamak.

Sevgili dostlar, belki aramızda profesyonel şefler var, belki sadece mutfakta huzur bulanlar. Ama eminim hepimiz o “kusursuz somon”un peşindeyiz. Kimi için tereyağında kızartılmış bir fileto, kimi için limon ve dereotu ile marine edilmiş bir tabak… Fark etmez. Önemli olan, o sofraya ruh katmak.
Bu başlıkta sadece tarif değil, hayat konuşalım. Somonu pişirirken kullandığınız baharat kadar, o anki ruh halinizden de bahsedin. Çünkü belki de en iyi tarif, satır aralarında gizlidir.

Bir somonun hikâyesi, aslında insanın hikâyesidir: doğaya karşı direnmek, sonra onunla barışmak. Ateşle, suyla, duyguyla, matematikle... Her lokmada biraz kendimizi yeriz aslında.
Bu yüzden derim ki: Somonu pişirirken acele etmeyin. Çünkü o an, sadece bir yemek yapmıyorsunuz — bir felsefe yaşıyorsunuz. Ve o felsefede her biri, forumun mutfağında birlikte pişiyoruz.